EPİFİZ BEZİNİN GİZEMLERİ

Yazdır Yazdır 

Dr. Swami Karmananda Saraswati, MB, BS (Syd),

Bilim adamları yüzyıllardır epifiz bezi tarafından şaşırtıldılar. Beyin ve merkezi sinir sistemi ve endokrin sistemi anatomi uzmanları, fizyologlar ve biyokimyacılar tarafından artan bir şekilde çözülürken, epifiz bezi sırlarını vermeyi kararlılıkla reddetti. Son zamanlara kadar bilimsel topluluk epifiz bezini insanlarda işlevi olmayan bir şey, evrimin erken aşamalarından kalan işlevini kaybetmiş bir kalıntı olarak gördü. Ancak, son bir kaç yılda tamamıyla gizemli epifizin sırlarını ortaya çıkarmaya adanan, sayısı ondan az olmayan ulusal ve uluslararası konferanslar tüm dünyada yapılınca, bu beze ilgi doruğa ulaştı.

Yeri ve Tanımı

Fiziksel olarak, epifiz belki de bedenin en küçük organıdır. Bu kadar minik bir yapı nadiren bu kadar çok merak ve şamataya neden olmuştur. Epifiz yaklaşık6,35 mmgenişliğinde, yaklaşık 100 miligram ağırlığında, çam kozalağına benzeyen minik gri beyaz yapıdadır. Beyinde başın ve boynun birleştiği yerde, direkt olarak beyinde omurga kordonunun tepesinde bulunur. Kaşların arasındaki nokta ile direkt olarak aynı çizgide, beynin üçüncü karıncığının (akışkan dolu kanal) çatısına bağlıdır. Hipofiz bezi haricinde, iki taraflı simetrik olmayan, orta çizginin sağında bulunan beyindeki tek yapıdır. Bu, bu iki bezin haricinde, beynin iki yarıküresinin önden arkaya tam ortadan kesildiğinde birbirinin ayna resimleri olduğu anlamına gelir, her bir yapı kopyalanmıştır.

Tarihi

Epifiz bezinin tarihini günümüze dek izlemek ilginçtir. Kadim insanlar bu minik yapıya büyük önem verdiler. M.Ö. 4 ncü  yüzyılda Yunanlı anatomi uzmanı Herophilis bu beze ‘düşünce akışını düzenleyen büzücü kas’ adını verdi. Bu, onun epifizin zihinsel ve fiziksel alemler arasında bir güç çevirici (dönüştürücü) olarak işlev yaptığının çok iyi farkında olduğunu ileri sürüyor. Erken Latin anatomi uzmanları epifize ‘master bez’ adını verdiler, bu onların epifizin hipofiz dahil endokrin sistemi üzerinde yüksek bir kontrol uyguladığını bildiklerini gösteriyor. Çok yakın zamanlara kadar, modern endokrinologlar hipofizin bedenin tüm diğer endokrin bezlerini en fazla kontrol eden bez olduğunu düşünüyorlardı. Latinler ‘glandula inferior – alt seviyedeki bez’ adını verdikleri hipofiz ile ayırt etmek için epifize ‘glandula superior – üstün bez’ adını verdiler. 1958’e kadar modern araştırmacılar epifizin bez yapısında olduğunu kesin olarak kanıtlamak için epifizden melatonin ayırıncaya kadar o bez olarak düşünülmese de, Latinler epifizin açıkça ‘bez’ olduğunu belirlediler.

1886’da iki mikro anatomi uzmanı, H.W. De Graff ve E. Baldwin Spencer, birbirlerinden bağımsız olarak epifizin, küresel bir lens ile dolu içsel bir odayı çevreleyen pigmentli retina hücreleri olan dışsal gözlerin tüm önemli özelliklerin e sahip olan dumura uğramış bir göz olduğunu keşfetti. Daha sonraki araştırma bezin aslında hem direkt olarak hem de dışsal gözden gelen sinir yolları vasıtasıyla çevresel ışığa tepkiler verdiğini kanıtladı. (*1) Hindistan’ın yoga metinlerinin ve çağlar boyunca mistik geleneklerin epifize değinirken ‘sezginin gözü’ ve ‘üçüncü göz’ olarak bahsetmeleri tesadüfün ötesindedir.

Son yıllarda, iki hormon, melatonin ve serotonin epifizden ayırıldı. Melatonin hormonu (Yunanca karanlık, sıkıştıran) 1958’de Yale Tıp Okulunda (ABD) çalışan Amerikalı dermatolog Aaron B. Learner tarafından ayırıldı. Bu maddenin bazı kurbağaların ve balıkların değişen çevresel ışık şartlarına ve ayrıca öfke ve korku gibi duygusal hallerdeki değişimlere tepki olarak renk değiştirme yeteneklerinden sorumlu olduğu keşfedildi. Bunun ardından insan varlıklarında ergenlik başlangıcında ve devam eden cinsel gelişimde çok önemli rol oynadığı keşfedildi. Epifiz bezinin büyüklüğünün ve işlevsel kapasitesinin, çocuklar ergenliğe girerken azaldığı bulundu. Bezin cinsel gelişimin başlangıcını geri tuttuğu görülüyor, epifiz tarafından bu kontrolün bırakılması hipofizin cinsel hormonları salıvermesi için uyarıcıdır, bu da erkek ve kadınlarda üreme sistemlerinin uyanışını getiriyor ve hayattaki cinsel rolün benimsenmesini hızlandırıyor.

Epifizden ayırılan ikinci hormon serotonindir. Yale Üniversitesinde psikiyatr olan Daniel Freeman beyin dokularından bu maddeyi ayırdı, en büyük konsantrasyonu epifizde ve beynin orta kısmının çekirdeğinin rafe hücrelerinin yakınında buldu. Rafe hücreleri uzun uzantılar veya aksonlar vasıtasıyla beynin diğer bölgelerine hormon dağıtımından sorumlu iken, epifizin beynin serotonin rezaervuarı olduğu görülüyor. Bu aksonlar beynin bir çok bölgesine ulaşıyor ve o bölgelerdeki diğer hücrelerin ateşlenmesini kontrol ediyor.

Epifiz bilmecesine bir sonraki katkı Ulusal Sağlık Enstitüsü’ndeki (ABD) iki çalışan Axelrod ve Weissbach, serotoninin melatoninin öncülü olduğunu keşfettikleri zaman geldi. Onlar epifiz bezinde basit bir kimyasal yolla melatoninin serotoninden üretildiğini buldular. *2

Lysergic acid diethylamide (LSD -25)’in tesadüfen keşfinden kısa bir süre sonra, serotoninin merkezi rolü belirlendi. Bu maddenin çok az miktarının bilinçte derin değişimlere neden olduğu bulundu, bu değişimler derinden hissedilen dini ve mistik deneyimlerden paranoya ve şizofreniye kadar değişiyor. LSD-25 molekülünün yapısal olarak serotonin molekülüne çok benzer olduğu keşfedildi, öyle ki serotoninin normal şekilde davrandığı alıcı bölgeleri işgal ederek beyindeki serotonin eylemlerini kışkırtabiliyor veya bloke edebiliyor. Edinburg Üniversitesinden Gaddum, LSD-25 tarafından başlatılan bilinçteki değişimlerin o ilacın beyin dokularındaki direkt etkisinden dolayı olmadığını, LSD-25’in serotoninin eylem yaptığı bölgeleri bloke ederek beyni serotoninden yoksun bıraktığı için gerçekleştiğini keşfetti.

Bu, beynin serotonin seviyelerinin akılcı düşünmeyi sürdürmekten sorumlu olduğu ve LSD-25 tarafından başlatıldığı gibi beyindeki serotonin konsantrasyonunun ‘normal gerçekliğin’ menteşelerinin sökülmesinden sorumlu olduğu anlamına geliyor.

Bu, epifiz bezinin bilincin değişmiş hallerinin kimyasını düzenleyen fiziksel ortam olduğu anlamına geliyor. Ayrıca, cinsel kimliğimizin ve bilinç durumumuzun birbirleriyle yakından ilişkili olduğu görünüyor. İnsanın dünyevi, günlük bilinç haline hapsolduğu açıktır. Zincirlerle bağlanmış veya demir parmaklıkların ardındaki mahpustan çok daha etkili kilitlenmiştir. Hapse atılmış bir mahkum sadece bedeninin mahpusluğunu deneyimler ve durumunun çok farkındadır. Ama, insan varlığı çok daha etkili şekilde sınırlı ve bağlıdır. Bilinci hapis tutulmaktadır. O kadar etkili koşum takılmıştır ki, yüksek farkındalığın ve deneyimin olasılığını bile algılayamaz. İçinde sonsuz olduğu gerçekliğin algılanmasını önleyen iplerin, kendi beyin dokularındaki serotonin seviyelerinde olduğu görülüyor!

Çocuklar

Epifiz bezinin gerilemesinden önce ve bunun ardından ergenliğin başlamasından önce, çocuklar yetişkin insanlardan daha fazla bilinçli deneyimin çok daha çeşitli yelpazesine erişmeye hazırdırlar. Aslında, bir çok çocuk ajna çakranın uyanışı ile ilişkili olan psişik güçlerin çoğuna çabasızca sahiptir. Çocuklar çoğu zaman epeyce sezgiseldir, geleceği görebilirler veya anne babalarının düşündüğü şeyi bilebilirler. Görüntülerin ardındaki gerçekliği görme yeteneklerinde esrarengizdirler – o kadar ki bir çocuğu aldatmak veya ona yalan söylemek çok zordur. [Ajna çakrası: iki kaşın arasındaki çakra]

İsrailli psişik Uri Geller ‘düşünce gücüyle’ kaşıkları bükmek ve televizyon izleyicilerinin saatlerini durdurmak gibi psikokinetik yeteneklerini sergileyerek tüm dünyada ünlü olduğu zaman, çok sayıda anne baba alarma geçti, çünkü onların çocukları evde aynı becerileri gerçekleştirmeye başladılar. Çocuklar anne babalarının ulaşamadığı hayali dostlar ve hayali yerlerin çok boyutlu dünyasında oynarlar. Bunu yaparlar çünkü onların geniş işlevsel epifiz bezleri serotonini melatonine dönüştürür. Bunun etkisi iki katlıdır. Öncelikle, azalan serotonin seviyeleri onların farkındalığın diğer hallerine erişmelerini sağlar. İkinci olarak, yüksek konsantrasyonda melatonin ergenliğin başlamasını geciktirerek, köşeye sıkışmış hipofiz bezinin güçlü etkilerini zapt eder. Sonra yaklaşık yedi veya sekiz yaşlarında, epifizin işlevi azalmaya başlar ve hipofiz hormonları artan şekilde salıverilir, üreme sistemini olgunluğa geçirir. Üreme sisteminin bu uyanışı ile aynı zamanda, çocuğun psişesi yeni cinsel rolüne ayarlanırken büyük duygusal ve zihinsel karmaşaya maruz kalır. Melatoninin azalan üretimiyle, beynin serotonin konsantrasyonları giderek büyür ve çocuğun sezgisel algısının, hayal gücünün ve oyununun geniş dünyasına açılan kapılar kapanır. Trajik şekilde, bu kapılar çoğu zaman hayatının geri kalanı boyunca kapalı kalır ve içindeki çocuk nadiren tekrar bir anlığına görünür.

Ancak, hiç de kendi beyin kimyamızın mahpusu olmak zorunda değiliz. Epifiz bezini yeniden aktive ederek, ajna çakrasını uyandırarak, üçüncü gözü açarak bilinç halimizi genişletebiliriz – bunların hepsi aynı işlemdir. Bu şekilde, yetişkin hayatının görevlerini ve sorumluluklarını gerçekleştirirken aynı zamanda içimizdeki çocuk ile yeniden temas kurabiliriz. O zaman iş bir oyun haline gelir ve hayat bir oyun olur, bugün bir çok insan için ciddi ve bunaltıcı bir iş olması yerine.

Kundalini Yoga

Bu, ajna çakranın yeniden uyanışına, epifiz bezinin yeniden aktive olmasına ve bedenin güçlü düzensiz endokrin bezleri üzerinde kontrol sağlamaya yol açan bilimdir. Endokrin bezlerinin hormonal salgılarında derin bir değişime yol açar ve beyin dokularındaki serotonin seviyelerini düşürür.

İsa Mesih havarilerine “Bir kez daha küçük çocuklar gibi olmadıkça cennetin krallığına yeniden giremezsiniz” demişti, sembolik olarak konuşmuyordu, kesinlikle bu işleme değiniyordu. Endokrin sistemini yenilemek, beyin biyokimyasında sonuçlanan değişim ile çocuk bilinç halini yeniden kazanmamızı sağlar. Bu, kundalini uyanışının anlamıdır – taç çakrası uyanıncaya kadar temel enerjinin bezlerin fonksiyonlarını değiştirerek çakralardan yukarı doğru yükselmesi. Bu yoganın amacıdır. Bu, kozmik bilinç veya ilahi olan ile birlik deneyimidir. Ergenliğin başlangıcı, cinsel kimliğin benimsenmesiyle dikkat odağı, bilinç makamı geniş işlevsel epifiz bezinden kayar. Bu bez kapanır ve üreme sistemi farkındalığın en güçlü nesnesi haline gelir. Sonra çocuklar bedenlerinde uyanan güçlü duygular ve güdüler ile başa çıkmaya kendilerini kaptırınca, onlar için erişilebilir olan yüksek bilincin kapısı kapanır. Bilinç ajna çakrasından kök çakrasına iner.

Kundalini yoga bilimi enerjiyi artan şekilde yeniden kendi kaynağına yukarı doğru yeniden akıtır. Bilinç kök çakrasında olduğu zaman, yüksek farkındalık olasılığı unutulur ve yetişkin dünyasının farkındalık karakteristiklerinin dünyevi haline kilitli kalırız. Bu halde, elde edilebilir en yüksek vecd hali anlıktır ve cinsel birleşmedeki orgazmın doruğunda deneyimlenen kısa süreli kimlik kaybıdır. Bu, dünyevi bilinçte kilitli kalmış bir insan için en güçlü deneyimdir ve bu nedenle bu kadar değerlidir ve rağbet görür. Gerçekte, bu deneyim erkek ve kadına, aynı kundalini shakti, yoga sadhananın doruğunda tacı delip geçtiği zaman elde edilen hiç bitmeyen kozmik vecdin en geçici bakışını verir. Bu deneyim onun doğası ve yoğunluğu ile ilgili fikirler elde etmemiz için, tantralarda çok cinsel terimlerle tanımlanır. Orada Shiva ve Shakti’nin, bilinç ve enerjinin ebedi birliği olarak tanımlanır. Bu, yogilerin aradığı hedeftir. Bu, endokrin ve sinir sistemlerinin tam yeniden organizasyonu ve yoginin bedeninde ve psişesinde eril ve dişil unsurun hayata geçirilmesiyle eril veya dişil cinsel rolün giderek kaybolmasını kapsar. Bu, Hindistan’ın tantra sanatının arkasındaki sembolik anlamdır, bu sanatta Lord Shiva ve Lord Krishna yarı eril ve yarı dişil karakteristikler ile, çok güzel çocuksu bir şekilde betimlenir. Bu, bu gerçeği temsil etmenin sembolik aracıdır ve onların her zaman kozmik birlik içinde olduklarını sembolize eder.

Sonuç

Bunlar şu sıralardaki epifiz bezi araştırmasının sonuçlarıdır. Bilim adamlarının ve yogilerin sonunda buluştukları ve ajna çakra/epifiz bezi kompleksinin penceresinin her iki tarafında birbirlerini anladıkları görünüyor. 16 ncı  yüzyıl Fransız filozofu Rene Descartes’in ‘akılcı ruhun makamı’ adını verdiği bu bez, akılcı ve mistik düşüncenin bir kez daha bir araya geldiği ve birleştiği buluşma yeridir. Batıda beden – zihin ikiliğini yaratan Descartes idi. Ajna çakrası yüksek bilince giriş kapısıdır ve bilim adamları şimdi bu kapıyı açmayı gözetliyor.

(Çeviri: Saffet Güler)

*1. J. Bleibtreu, ‘The Parable of the Beast‘, Paladin, 1976.
*2. R.J. Wartman & J. Axelrod, “The Pineal Gland” ‘Scientific American’.
*3. B.L. Jacobs, “Seratonin: The Crucial Substance that Turns Dreams On and Off”, ‘Psychology Today’, March 1976.